Çeyrek finale çıkmamızın üzerinden henüz yarım gün bile geçmeden, hemen futbolcuların işaretleri üzerinden ayrıştırmalara başladık.
Merih Demiral "bozkurt" işareti yaptı; Faşist... Arda Güler şehadet parmağını kaldırdı; Tarikatçı... Bu suçlamalar ne kadar adil? Kimin neci olduğuna hemen biz mi karar veriyoruz? Eğer bu kararları verdiysek, biraz da sevinmeye hakkımız yok mu?
Sosyal medya, bu duyguları ifade etmek için müthiş bir mecra, ancak ne yazık ki tam anlamıyla sevinmeyi bile beceremiyoruz.
Milli takımdaki gençlerimiz, ideoloji, takım, parti fark etmeksizin bu topraklara bağlılar ve ülkemiz adına mücadele ediyorlar.
Onların farklı düşüncelere sahip olmaları son derece doğal değil mi? Ama sonuçta bir takım olup mücadele etmediler mi? Hepimizin istediği de bu değil mi? Beraber olmak, bir olmak ve ülkemiz için mücadele etmek.
Maçın sonunda hepimiz gördük; son düdük çalınca tüm enerjilerini kullandıkları için yorgunluktan yere yıkıldılar.
Ancak enerjilerini birlikte kazanmak için kullandılar ve başardılar. Aslında esas mesele bu! Biz toplum olarak birlik olmak için bu gençleri kendimize örnek alarak, beraber yaşamayı öğrenmeliyiz.
Birbirimizi anlamalı ve birlikte hareket etmeliyiz.
Bu gençlerin çabası, sadece sahada değil, günlük hayatımızda da bize ilham vermeli. Onların gösterdiği birlik ve beraberlik, toplumsal huzurumuzun anahtarı olabilir.
Farklı görüşlere sahip olabiliriz, farklı ideolojilere inanabiliriz ama nihayetinde aynı ülkenin insanlarıyız.
Milli takımımızın gençleri, bize bu gerçeği bir kez daha hatırlatıyor. Bu nedenle, onların başarısını kutlamak ve sevinçlerini paylaşmak, bize düşen en önemli görevlerden biri olmalı.
Bu başarı, sadece bir spor zaferi değil, aynı zamanda toplumsal birlikteliğimizin de bir sembolü.
Gençlerimizden öğreneceğimiz çok şey var; en başta da birlikte hareket edebilmenin gücü ve önemi.
Bu ruhu koruyarak, gelecekte daha büyük başarılara imza atabiliriz.
Gelin, ayrıştırmak yerine birleşelim ve milli takımımızın başarısını hep birlikte kutlayalım.